19 Eylül 2010 Pazar

Mini mini birler, çalışkan ikiler…

Ne güzel yıllardı, ilkokul yılları…
Hala zaman zaman aklıma geldiğinde, bir yanında mutlaka bir tebessüm de getiren o yılların en güzeli ise hiç şüphesiz birinci sınıftı benim için…
Yedi yıldır annelerinin kanatları altında yaşayan miniklere, “Hadi bakalım çık oradan,” denir. Ama az da olsa insaf edilir ve ilk derse anneler de gelir…
Ağlayanlar, dokunsan ağlayacaklar, bir köşede sus pus kalanlar, bağırıp çağırıp herkese sataşanlar, bu çığırtkan tiplere diklenen, mazlumun hakkını koruyan, potansiyel kahramanlar… Küçük ölçekli bir toplum olduklarından habersiz, ilk ayrılığı, ilk yalnızlığı, ilk bireyliği tadan mini mini birler…

Eminim hepinizin bu “ilk” okul yıllarına dair bir çok anısı vardır. Biraz yoklasanıza…
Mesela bizim için bir klişe olan beslenme çantaları, suluklar, boyumuzdan büyük, rengarenk sırt çantaları, “ büyüyünce de giyer” hesabıyla alınmış hafiften dökümlü önlükler, kolalı yakalar, rugan ayakkabılar, beyaz çoraplar, beyaz saç tokaları, özellikle tırnak kontrollerinin olmazsa olmazı olan mendiller, öğretmenlerimizin hem sıra dayağı atmak hem de harita ya da tahtada bir şey göstermek amacıyla kullandıkları çok amaçlı sopalar… Sonra kokulu silgiler, ağzı tıka basa dolu kalemlikler, “Öğretmenim, kalemimi açabilir miyim?”, “Öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?”ler, bu son soruyu sormaya erindiğinden geleni koyuveren sonra da gelecek beş yıl boyunca dalga konusu olup uzun yıllar bu utançla yaşayanlar… Beslenme çantalarının sabırsızlıkla açıldığı beslenme saatleri ve o saatlerde sınıfı kaplayan, haşlanmış yumurta, kaynamış sosis, peynir, zeytin ve ortalama 30 öğrenci nefesinin karışımından oluşan, o tarifi mümkün olmayan kokular ve daha neler neler…

Altı buçuk, yedi yıllık hayatın ilk dönüm noktasıdır birinci sınıf. Evdeki lale devrinin sona erdiği ve hayatın gerçekleriyle ufaktan karşılaşılmaya başlandığı nokta. Rekabetin ne olduğundan habersiz çocuk kalplerinin, okumayı söküp yakalarına kırmızı kurdele takanlardan olmak için fark etmeden birbirleriyle yarıştığı, kırmızı kurdelesine kavuşanların kasım kasım kasılarak, gerçekte minik, kendilerince dev adımlarla okul koridorlarını aheste aheste arşınladığı yıllar…
Anne babaların, “Falancanın oğlu okumayı sökmüş, bizimki hala aba-ebe,” diye dövünüp durduğu, çocukların başarılı olmaları için onlara şeker, çikolata, çiklet hatta bisiklet gibi bütçe uyarınca hediyelerin alındığı yıllar…

Şimdi bana “Hadi Emel, sil baştan tüm okulları bir daha okuyacaksın,” deseler, herhalde kalbim dayanmazdı buna ama ilkokul, özellikle de birinci sınıf yılları öyle sıcak, öyle güzel görünüyor ki uzaktan…

Hayata atılan minicik adımların her sene biraz daha büyümesi, büyüyerek bu günlere kadar gelmesi ne kadar büyük bir emek ve çaba aslında…

Sabahları işe giderken, önceden aynı okulda olduğum ya da okula beraber gidip geldiğim arkadaşlarımla karşılaşıyorum bazen. Eskiden, “Bugün Türkçe var mıydı, matematik ödevini yaptın mı, falanca sınava çalıştın mı?” diye uzayıp giden soruların yerini şimdi “Ne yapıyorsun, nerde çalışıyorsun, Cumartesileri çalışıyor musun, sigortanı yaptılar mı, memnun musun?” gibi sorular aldı.
Zaman bizi oradan aldı, buraya koydu. Bir varmış, bir yokmuşlu masallar gibi bir zamanlar var olan çocukluğumuz, bugün yok oldu… Çalışır, master yapar, tez yazar, iş arar, nişanlanır, evlenir olduk. Hatta kimimiz anne-baba adayı olup telaşlı ama tatlı bekleyişlere başladı…

Mini mini birler, çalışkan ikiler derken düşe kalka geldik, geliyoruz, geleceğiz bir yerlere. Ama umarım bu yolcuğumuzda, siması kaybolsa da, kalbini hep koruyabiliriz çocukluğumuzun…
Gün geçtikçe artan rekabet ortamına rağmen B harfini bir türlü yazamayan arkadaşımızın elinden tutarız, iki kere ikinin dört ettiğini çaktırmadan kulağına fısıldarız. Hayatımızı, beslenme çantamızın içindekiler gibi her zaman paylaşırız. Kıskançlıktan uzak, egodan habersiz, yağ ve balı sadece oyunlarda satan bir toplum oluruz…

Ne mutlu bana ki, bu söylediklerimin hepsini karşılıklı olarak gerçekleştirebildiğim dostlarım var hayatımda. Ama bazen insan gördükleri ve yaşadıkları yüzünden çileden çıkabiliyor; kötüye kötülükle karşılık vermeye kalkışıyor. Yine umuyorum ki biz, o insanlardan biri olmayacağız, en azından deneyeceğiz bunu…

Çocuk kalbinizin hiç mi hiç yaşlanmaması dileğiyle! Hepinize beslenme çantamdan birer kurabiye yolluyorum. Afiyet olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder