10 Ekim 2010 Pazar

Tebessüm…

Bu aralar etrafımda hep somurtkan ve sinirli yüzler görüyorum. Kapıdaki kışın habercisi gri bulutlara mı atmalı suçu, yoksa kendimize mi dönüp bakmalı?

Mesela bugün, güzel bir günün ardından bir minibüse atlayıp evimin yolunu tutmuşken şoförümüz, bir bayan şoförün önüne dalarak kadını çileden çıkardı. Bu da yetmezmiş gibi minibüsten inip kadın şoföre el kaldırmaya kadar giden, kendine göre artistik, bize göre rezil hal ve hareketlere büründü.
Ne gerek vardı tüm bunlara? Kim, kimden, neyin hıncını çıkarıyordu?

Tüm bunlar yaşanacağına, sayın psikopat şoförümüz, hanım ablamızın önüne atlamasaydı. Ya da şeytana uyup atlasa bile elini, kafasını bağırmak için değil de özür dilemek için çıkarsaydı camdan. Böylece kimse gerilmeseydi ve minibüs şoförü gözümüzde “tı tı tı adam” değil de “efendi adam” olsaydı...

Benzeri bir sinir harbine iki hafta kadar önce yine bir minibüste şahit oldum. Biri oldukça küçük iki çocuğuyla minibüse binmiş bir amca, genç bir çocukla tartışıyor. “Tartışmak” yanlış kelime oldu; çocuğa bağırıyor, dikleniyor, “tutmayın lan beni” modunda burnundan soluyor. Konu nedir, amca neden bu kadar sinirli, paparayı yiyen genç çocuk dahil kimse anlamış değil… Ama amca durmuyor, bağırıyor da bağırıyor. Çocukları ağlıyor, büyük olan çocuk bir yandan da babasını sakinleştirmeye çalışıyor. “Ah ah!” diyorum ve az önceki şöyle değil de böyle yapsaydı şeklindeki cümlelerimi bile kurmuyorum artık…

Örnekleri çoğaltmak malesef mümkün. Benim gibi sizler de trafikte, sokakta, bankada, bir kuyrukta, orda, burada, şurada, her zaman, her yerde benzeri olaylara tanık olmuş, hatta olayların saçmalığına dayanamayıp bir son vermek adına dahil bile olmuşsunuzdur.

Minibüs camiasındaki ve diğer tüm camialardaki fevri davranışlar silsilesi böyle can sıkıcı bir şekilde uzayıp giderken ben yine bir insan oğlu sayesinde her şeyin özünün aslında basit, masum, ufak bir tebessümde saklı olduğunu anladım. Nasıl mı?

Geçenlerde gerekli ıvır zıvırlarımı almak için mahallemizin marketine gittiğimde, beni her zamanki gibi, market çalışanlarının sokaktaki insanları aratmayan somurtkan yüzleri karşıladı.
İsmi lazım değil öyle bir market ki, tüm çalışanların yüzünden düşen bin parça. Sanırsınız ki asli görev çalışmak değil surat asmak…

Neyse. Ben ihtiyaçlarımı sepetime atıp, yine “bir daha mecbur kalmadıkça buraya gelmeyeceğim” kararı almış ve kasaya yönelmişken bir de ne göreyim! Yüzünde bir tebessümle beni bekleyen kasiyer kız!!! O an, aniden içimde kaynayıveren insancıl duyguları da anlatmamın imkanı yok, çalışanlardan etkilenip beş karış olan suratımın yerine gelen ağzı kulaklarında yeni suratımı da… Aldıklarımı kasadan geçirdim –bu sırada bir iki defa daha tebessüm alışverişinde bulunduk- ve elimde poşetler mutlu-mesut, içimde kardeşlik çiçekleriyle evimin yolunu tuttum. Tüm bunların sebebi ise sadece bir tebessümdü… Aslında bu iş bu kadar kolaydı…

Ufak şeyler bazen mucizelere sebep olabiliyordu. Bu tebessüm, o tatlı kız bana bunu hatırlattı.

Ne dersiniz, biz de sen, ben derken tüm İstanbul’a öğretebilir miyiz bunu? Gözümüzü kulağımızı kötüye, çirkine kapatıp bir tebessümle onları bile aydınlatacak kadar güçlü bir ışık yayabilir miyiz?

Hepinize güzel bir hafta diliyorum dostlarım. Yüzünüzden tebessümler eksik olmasın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder