17 Aralık 2010 Cuma

kış kokusu...

Bugün ilk pamuklar düştü gökyüzünden. Yılın lapa lapa yağan ilk karını biraz mola verip keyifle seyrettim. Bu çetin mevsimin en sevimlisi, onu en katlanılabilir kılanı ve İstanbul’un nadir ziyaretçisi olan beyaz kare, gerçekten karşısına geçip izlemeye değiyor her zaman. Hele bu taneler bir örtü olup tüm şehri kapladığında, bembeyaz manzaranın altında kalıyor tüm kötülükler. Tüm siyahlar beyaz oluyor, insanın kalbine doğru yol alıyor.

Kış zor mevsimdir, adam seçer, çelimsiz olanın, ince giyinip kendini sokaklara atının gözünün yaşına bakmaz. Sinirlendi mi gözü bir şey görmez, bir yandan yağmurunu çarpar suratımıza, diğer yandan soğuğunu. Arada bir keyfi yerine gelir de böyle karlarını döker işte üstümüze, rüzgarını dindirir. Rahat bir nefes alırız.

Etrafta insan görmek istemez fazla. O yüzden eser gürler ki hepimiz yuvamıza kaçalım. Hele beyaz örtüsünü örtmüşse üstümüze hiç bozulsun istemez. Baktı ki örtüsünden kartopu, kardan adam yapmaya başlıyoruz, hemen bir kat daha örtü serer. Bozmaya devam edersek sinirlenip ya güneş açar karları eritir ya buz keser her yanı dondurur. Böyledir işte kış ne yapalım; asidir, pek sevmez uzlaşmayı…

Hakkını da çok yemeyelim, biraz huyuna gidince çok tatlı olabilir kış. Birden bire sokaktan gelen yada sobada çıtırdayan kestane kokusu olur, tarçınlı salep kokusu olur, evde pişen çikolatalı kek kokusu olur, kar kokusu olur, dışarıdan sıcak evimize girdiğimizde içimize dolan huzur olur, hafta sonu erken kalkmayacağını, sıcacık yatağını terk etmeyeceğini bilmenin mutluluğu olur, battaniye altında okunan kitap olur. Bunlar biter, kartopu olur, kardan adam olur, melek olur, dumanlı nefes olur, kahkaha olur, elma yanak, ıslak eldiven olur. Soğuktan donmuş halde kendini attığın sıcak cafe olur, dumanı tüten çay, kahve ve nefis kurabiye olur. Uzun lafın kısası sen ne istersen o olur.

Kabul, eziyeti çoktur ama keyfi de bir başka olur.

Hepinize tatlı mı tatlı, pamuk gibi, keyif dolu bir hafta sonu diliyorum.

7 Aralık 2010 Salı

I found my love in Portofino…

(Dikkat:Yazıyı okurken şuracıktaki linkten şarkının da dinlenmesi şiddetle tavsiye olunur!)http://fizy.com/#q/i+found+my+love+in+portofino

I found my love in Portofino. Perchè nei sogni credo ancor…

Ne güzel bir şarkıdır. Başlar başlamaz esir alır beni ve kolay kolay da bırakmaz. Dilime pelesenk olur, tek anladığım “I found my love in Portofino” kısmını bozuk plak gibi söyler dururum. İtalyanca olan kısımları da (yani şarkının tümü diyebiliriz) hmm nmmm diye geçiştirir ya da bir şeyler uydurur ama ille de söylerim.

“Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” misali yakındır bana bu Portofino. İtalya’nın ortalama 500 kişi nüfuslu, mini mini bir balıkçı köyü olduğunu bilen de bilmeyen de; şarkının sözlerini bilen de benim gibi bilmeyen de, şarkı başlar başlamaz kaybolup gider Portofino’nun sokaklarında. Zaten Portofino’yu ya da şarkı sözlerini bilmek çok önemli değil. Zira mekandan ve sözden çok müzik ve Dalida’nın büyülü sesi esir ediyor insanı bu şarkıya. Öyle güçlü bir esaret ki bu, kasaba şarkıyı değil şarkı kasabayı meşhur etmiş ve zamana meydan okumayı da başarmış, bize kadar ulaşmış. Ne mutlu…

Maziden gelen bu şarkı, bende bir “kaçış” duygusu uyandırır ki sormayın gitsin! İşi gücü bırakıp, minik bir çantaya tiril tiril birkaç yazlık elbise atıp, bir sahil kasabasında soluğu almak gelir hep içimden. Ilık bir yaz akşamında, dalgaların sesinin dost muhabbetine karıştığı, kahkahaların mehtapla dans ettiği, içimizi üşütebilecek tek şeyin arada esen meltem olduğu bir kasaba… Yani benim Portofinom, benim hayalim…

Bence işte tam da bu yüzden bu kadar sevildi ve hiç unutulmadı bu şarkı. Çünkü herkes hayallerini eker böyle şarkılara ve her çaldığında meyvelerini toplar, her duyduğunda hayalleri tekrar tekrar yeşerir.

Anladığım tek yeri olan “I found my love in Portofino”yu, “I found my LIFE in Portofino” olarak değiştiriyor ve bir daha çalıyor, bir daha söylüyorum. Umarım hepimizin Portofino’ları bir gün gerçek olur…