10 Şubat 2012 Cuma

İnsan…


Hayat durmadı, akıp gitti.
Eskiyip de sararan çarşaflar gibi eskiyip de kirlendi tüm insanlar.


Bir yerde, yarım yamalak bir şarkı mırıldandı bir çocuk.
Bir yerde, hüzünlü bir dilek tuttu bir kadın.
Bir yerde bir hayal tüccarı, yeni yeni umutlar sattı bir mazluma…
Her yerde, “insan” gördü geçirdi.
Her adımda biraz daha kirlendi.

Bakınca gördüklerin var ya, hani şu saklanamayan; yapmacık gülüşlerin, yapay bakışların ardından bağıran…
Bakınca gördüklerin; gözlerden uzak, kapalı kapılar ardında…
Bakınca gördüklerin; söylenenden söylenmeyenin çıktığı ve geriye sadece bir yalanın kaldığı.
Bakınca gördüklerin; görmeyi hiç istemesen de…

Gördüklerin; bundan 111 yıl önce doğan bir adamın gördüğü gibi… O adam, Nazım Hikmet, “dünyanın en tuhaf mahluku” demiş insana. Ne de güzel söylemiş.
Haydi o zaman Nazım, bu sefer senle koyalım son noktayı.


Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.


Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.


Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

- demeğe de dilim varmıyor ama -

kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

(Nazım Hikmet Ran-1947)