27 Haziran 2011 Pazartesi

...içimdeki çocuk...



Hayat çok hızlı… Soluksuz, takatsiz kalana kadar koşuyor herkes, her şey, dünya…



Her iş acil, her konu hayati, her insan çok önemli…

Yetişmek için mitoz bölünmek gerekiyor, insan olduğunu unutmak gerekiyor.

Oysa sadece oyunlarda koştuğumuz günler vardı. Saklambaç, sek sek, yakar top, istop, tilki tilki saatin kaç, yağ satarım bal satarım vardı. Yapmacık gülümseme nedir bilmezdik. Onun yerine karnımıza ağrılar girene kadar güler, tüm sokağı çocuk kahkahalarıyla inletirdik. Pencerelerin ardındaki büyüklere dünyanın en güzel armağanını verdiğimizden bir haber…

Zaman yavaş akardı o zamanlar. Sabırsızlanıp bir an önce büyümek isterdik. Her yıl bir çentik daha atılırdı kapılara. O da yetmez kimin boyu daha çok uzamış diye omuzlarımızı karşılaştırır, sağlamamızı yapardık.

İnsanoğlu işte, kıymet bilmiyor. Hayatımızın en güzel günlerini büyüyüp koca adam olmak uğruna harcadık. Koca adam olunca da “gerçek” hayattan kaçmak için içimizdeki çocuğa sığındık. Masallardaki gibi değildi dünya, ruhumuza aldığımız her darbe ile bir kere daha, bir kere daha anladık.

Şubat ayından beri elime kalem alamamışım, bir şeyler yazamamışım. “Yoğunluk”, işte tam da böyle bir şey olsa gerek. İçimdeki çocuğu bile unutturdu bana, şarkılara daha az içlenir oldum. Ama yok, bu çocuğu susturmaya hiç mi hiç niyetim yok. Tekrar hatırlamak, hissetmek ne kadar zor olabilir? Bunu kim engelleyebilir?

İş, güç, sorumluluk, stres, sıkıntı, sorunlar deyip boğuluyoruz ya sevgili neslim, kurtuluşun açık adresini veriyorum şimdi size: İçimizdeki çocuk, kalbimizin orada bir yerde…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder