12 Ağustos 2010 Perşembe

ramazanım


Zaman, yıllar, su gibi akıp gidiyor gerçekten. Geçen yılki ramazan daha dün gibi aklımdayken bir de baktım yeniden gelmiş ramazan! Ne zaman geldin sen?

Çocukluğumdan beri çok severim ben bu ayı, başka bir huzur, başka bir mutluluk kaplar içimi, şehri. Ama bu yıl, bu güzel duygulara uzaktan bakıyorum sanki. Malumunuz üç yıl önce olduğum böbrek ameliyatından sonra böyle uzun soluklu susuz kalmaları sevgili doktorum kaşlarını çata çata yasakladı bana. Yani oruç tutamıyorum. Belki o yüzden tam içine giremiyorum ramazan ruhunun. Bir de gün geçtikçe değerlerimizi yitirdiğimizi düşündürüyor bana şahit olduklarım. Ki sanırım bu ruhu en çok bu düşünce yok ediyor.

Tabi ki kimse oruç tutmak ya da tutmamak zorunda değil. Herkes özgür, dileğini yapar, dileği gibi yaşar vs. bunları tartışmıyorum. Ama bizim bir özelliğimiz var ya hani adı “saygı” olan, işte onu göstermesini bir öğrenemedik gitti!

Öğle yemeklerini ofis dışında yiyorum. Bugün mesela yemeğe giderken yolda bir kadının kana kana su içtiğini gördüm. Yani, ablacım ne gerek var. Biraz sabretsen, gidip evinde ya da gireceğin kafede içsen ya da yolun orta yerinde değil de biraz köşede içsen olmaz mı? O suyu daha saatlerce içemeyecek olan bir sürü insan gördü seni, hoş çoğunun canı bile istememiştir ama hepsi de biraz saygıyı hak etmiyor mu? Kış aylarında da çok olurdu böyle gördüğüm yolda yiyip içen insanları. O zamanlar bir nebze anlıyordum. İnsanlar tutmuyorsa niye yemesinler falan diye hoşgörüye vuruyordum ama şu sıcaklar tepemize çıkmışken sokak ortasında lıkır lıkır su içmek de protesto gibi geliyor açıkçası…

Değerler yanlış anlaşılıyor ya da birbirine karıştırılıyor gibi geliyor bazen. Oruç tutan şöyledir, tutmayan böyledir, bu sağdan yürüyor, bu soldan, bu ortadan, bu evet der, bu hayır… Etrafta birbirine şüpheyle, kınamayla bakan gözler. Ne oluyor böyle bize? Nerde kimliğine bakmaksızın her iftarda bir fakiri, bir yolcuyu doyuran geniş yürekli aileler, nerde iftarını yolda açıp birbirlerine hurma, zeytin verenler, mütevazı ama kocaman kalabalık sofralar, iftardan sahura kadar süren bol kahkahalı muhabbetler…

Derdimiz, tasamız, daha iyi bir iş, daha çok para, daha iyi bir ev, araba, yat, kat oldukça ya da işsizlik arttıkça, aman güzel iş buldum kaybetmeyeyim dedikçe velhasıl keyfiyen yada mecburen dünya işlerinin içine gömüldükçe ruhumuzu da biraz daha gömüyoruz aslında derinlere. Ve günlük koşuşturmacının, hırslarımızın arasında tüm insanlığımız da yavaş yavaş yitip gidiyor. Mekanikleşen hayatlarda, mekanik müzikler ve mekanik eğlenceler içinde mekanik gülümsemeler takınanlar arasına bir yüz daha katılıyor her gün. Hoşgörü, saygı kül olup uçuyor. Geriye kalanlarsa tuzsuz yemek tadı veriyor.

Bu ramazanda tüm sofralarınızın bol muhabbetli, tüm yemeklerinizin bol tuzlu olması dileğiyle…

1 yorum:

  1. Canım maalesef yok öyle saygı duymak falan artık. Herkes kafasına göre takılıyor karşısındakini umursamadan sanki bu kültüre çok yabancıymış, sanki Türk değilmiş de Amerika'dan gelmiş gibi... Eminim ki yabancılar bile bizim bazı insanlarımızdan daha saygılı olurdu. Çok güzel tespitler ve yorumlar, maalesef yürekten katılıyorum.

    YanıtlaSil